FOREDUCATION.NET – Başarılı iş yaşamıyla birlikte yaklaşık yarım asırdır yaşamını insanlara yardıma adayan ve bu konuda üniversitede dersler de veren İnal Aydınoğlu ile gönüllülük ve yeni projeler üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? İnal Aydınoğlu kimdir?
Ben şu anda gönüllülükten başka yaşamı kalmayan, 41 yıldan beri de hayatının en önemli değeri olarak gönüllülüğü saklayan bir insanım. Şu anda tasavvur edilemeyecek derecede mutlu ve iyi yaşıyorum. Bu mutluluğumun ve iyi yaşayışımın tek nedeni ise 41 yıldan beri yaptığım gönülülüktür. O yüzden gönüllülüğü herkese tavsiye ederim.
Hayatın güzelliğine, sevincine ulaşmak istiyorsanız gönüllü olmanız gerekir. Ama gönüllü olmak kolay bir iş değildir. Gönüllü olmak, çıkar duygusundan kurtulmak demektir. İnsan profesyonel işinde para kazanır, iş yapar, fabrika kurar, herşeyi yapar. Alır, satar. Ama iş gönüllülüğe döndüğü anda bütün çıkar duygularından uzaklaşacaksın. Tek hedefin sevmek, vermek ve paylaşmak olacak. Başka türlü gönüllülük olmaz.
Ben 41 yıllık gönüllülük yaşamım içerisinde sürekli olarak, kamu kurumlarıyla işbirliği yaptım. Yaptığım her projede kamu kurumlarını en değerli yardımcım olarak kullandım. Kaymakamlığı, belediyeyi,valiliği, emniyet müdürlüğünü bütün kamu kurumlarını en değerli yardımcım olarak değerlendirdim. Bu kurumlarda bir prensip vardır. Herkes onların yanına birşey istemek için gelir. Onlar da kişisel çıkarlarıyla ilgili birşey istemek için gelenleri nasıl başlarından göndereceklerini bilirler. Gelen adamın yapısına göre saygılı veya saygısız bir biçimde onun taleplerini kendilerinden uzaklaştırırlar. Kadıköy’de bir kaymakam vardı. Dedi ki; “İnal Bey, biz sizi niye seviyoruz biliyor musunuz? Yöneticiler için bir tabir vardır; isteksiz vatandaş. Yani hiçbir şey istemeye gelmiyorsunuz. Ama hep vermeye, yapmaya geliyorsunuz. Her istediğinizde kamu için. Eğer bir tek gün kişisel bir işin için gelseydiniz, sizin buradaki bütün itibarınız biterdi.” O yüzden kamu, gönüllü için en büyük destektir. Ama o destekten yararlanabilmek için sevgiyle, şefkatle ve merhametle sadece kamu için birşey yapmak ve istemek için geldiğine onları inandıracaksın.
“Bereketimi arttıran tek şey gönüllülük oldu”
Gönüllülük insana tasavvur edemeyecek derecede mutluluk kazandırır. Bu mutluluk yalnız gelmez. Saygınlıkla beraber, geniş bir seven insan topluluğu, akıl almaz değerde dostlarla birlikte gelir. O yüzden gönüllülük hayatın bereketidir. Bakın ben 14. kitabımın adını “Cömertlik” koydum. Her kitabımın altına o kitabı özetleyen iki veya üç kelime yazıyorum. Bunun altındaki iki kelime de “Hayatın Bereketi”. Herkes diyor ki İnal Bey sen şaşırdın mı? Cömertlikle hayata bereket gelir mi? Tek bereket ondan gelir. Tek bereket cömertlikle gelir. Ama cömertliği gerçek cömertlik olarak yaparsan. Ben sana bu kadar vereyim, sen de bana bu kadar vermelisin düşüncesi içinde yaptığın zaman sana birşey gelmez. O yüzden gönüllülük, hiçbir karşılık beklemeden başka insanları sevmek, başka insanlara yararlı olmaktır. Tabi şu anda toplumda bir çıkar rüzgarı esiyor. Endüstri devriminden sonra birer birer yapılan şeyler, düğmeye basıp da on binlerce milyonlarca yapılmaya başlandığı zaman ondan daha fazla pazar payı alabilmek, onu daha çok satabilmek, ondan daha çok kazanabilmek, onun gereği olan enerji kaynaklarını temin edebilmek, onun satılacağı pazar alanlarını temin etmek, şu anda dünyayı ateşler içinde yakıyor. Bütün bu ateşlerin içinde tek mesele çıkar. Çıkar peşinde koşan insanın kavgadan, çekişmeden, mücadeleden kurtulması mümkün değildir. O yüzden huzurlu bir hayat yaşamak isteyen, ticaretini yapacak, ben de mesela 51 yıl ticaret yaptım. Geçmişte çok dev projeler yaptım. Ben de ticaret yaptım ve şükürler olsun üç beş kuruş para da kazandım. Ama bereketimi arttıran tek şey gönüllülük oldu.
Ben emlak komisyoncusuyum. 1974 yılından beri de emlak komisyonculuğu yaptım. Bırakalı 8 yıl oldu. Emlak komisyonculuğuyla insan bu kadar varlık sahibi olur mu? Eğer senin kişisel çıkar gütmediğini, toplum için çalıştığını fark ederlerse herkes herşeyini sana teslim eder. Örneğin ben gayrimenkulculuk yapıyorum. Yıllarca tapuda kurulan gayrimenkul yatırım ortaklıkları kurdum. Milyonlarca dolarlık gayrimenkuller satın aldım. Ortaklarım satın aldığım gayrimenkulleri ya satın aldıktan sonra gördüler, ya hiç görmediler. Ama milyonlarca dolarlarını gönderdiler. Herkes geleceğe yatırım yaptı, ben emeğiyle geçinen bir insan olduğum için kazancımı peşin aldım. Ama kazancımı hakkıyla aldım, kazancımdan başka birşey almadım, her sözümde doğru olmaya ve hata yapmamaya çalıştım. Adam 51 yıl ticaret yapar da hiç hata yapmaz olur mu? Ama bir tek gün hiçbir insan senin de şurada hatan oldu demedi. Çünkü iyi niyet içinde yapıldığını anladılar ve beni kınamadılar. Niyetime inandılar. O yüzden gönüllülük duygusu eğer insanın ticaretine yansırsa, ticaretini de tasavvur edilemez şekilde bereketlendirir. Gönüllülük duygusunun girip de bereket, hayır ve güzellik katmadığı hiçbir iş yoktur.
“Gönüllülük insanın işi”
Herkes zannediyor ki gönüllülük zengin adamların işi. Oysa ki gönüllülük aslında insanın işi. Örneğin ben üniversitedeki öğrencilerime yalvarıyorum. Çocuklar nasıl güzel, pırıl pırıl insanlarsınız. Ne olursunuz bütün bu güzel yüzünüzü, zihninizdeki güzel düşünceleri üç beş küçük çıkar için feda etmeyiniz. Dürüst olduğunuz, yalan söylemediğiniz zaman insanın bereketi o kadar çok artar ki diyorum.
Aynı zamanda eğitmensiniz, verdiğiniz dersler den bahseder misiniz?
Şu anda eğitimde akıl almaz bir imtihan furyası var. Neredeyse Türkiye Milli Eğitimi imtihanlar üzerine odaklanmış bir hayat yaşıyor. Herkes imtihana hazırlanıyor. Üniversitede derse giriyorum. İlk derste kısaca kendimi tanıtıyorum. Gönüllülükten başlıyorum. Gönüllülük kitabımı da ders kitabı olarak kullanıyorum. Hemen bir el kalkıyor ve “Hocam vize imtihanlarını nasıl yapacaksınız?” diye soruyor. Ben de; “Kızım sen devam et, vize imtihanı falan önemli değil. Gönüllülüğü öğren.” diyorum. Tam hızımı aldım gidiyorum arkadan bir el kalkıyor ve soruyor; “Hocam dönem sonu imtihanlarını nasıl yapacaksınız?”
Yani herkes imtihana odaklı. Bir ay teorik ders veriyor, ikinci ay onları staja gönderiyorum. Hayvan barınaklarına, engelli okullarına, huzur evlerine, çocuk yuvalarına, çeşitli dernek ve vakıflara staja gidiyorlar. Vize imtihanında onlara sorular soruyorum. Hepsinin en büyük şikayeti niye bu ders bize üniversite ikinci, üçüncü sınıfta verildi. Biz bunu ilkokulda öğrenmeliydik diyorlar. Her insanın içinde ne sevgi biter, ne şefkat biter. Ne hak, hukuk duygusu ne de adalet duygusu biter. Ama onu öldürenler bize hayatı öğreten insanlar, analarımız, babalarımız.
Birgün Marmara Üniversitesi Anadolu Hisarı Kampüsü’nde bir yüksekokulda ders veriyorum. O akşam da ben bir haber okudum. Üniversite girişlerinde meslek seçiminde en etkili olan insanlar analar ve babalarmış. Ve onların da baktığı tek kriter mesleğin kazandığı paraymış. Bunu anlattım. Güzel, saygılı bir öğrencim var. Birden sesi yükseldi ve dedi ki; “Başka neye bakacağız hocam?”. Ben de dedim ki; “Kızım paradan daha önemli bakılacak o kadar çok şey var ki. Senin yeteneklerin, isteklerin hangi yönde? Sen hangi konuyu yaparken mutlu oluyorsun? Sen hangi işte çalışıp dururken, çalıştığını hissetmeyecek derecede yoğun çalışabiliyorsun? Sen hangi işte yaratıcılığını kullanabiliyorsun? Bütün bunlar paradan çok önemli. Bütün bunlar olursa para arkasından çok kolay gelir.” Sonra bu çocuklara vize imtihanında soruyorum bu dersten öğrendiklerinizi yaşamınıza yansıtacak mısınız diye.
Sosyal medyada öğrencilerimin görüş ve yorumlarını ara ara paylaşıyorum. Bir öğrenci bir ders hakkında bu kadar güzel ve olumlu şeyler söyleyebilir mi? İlk kez gönüllülükle karşılaştılar. Ne analar, ne babalar hiçbir şeyle karşılaştırmıyorlar çocukları. Sadece para hedefini gösteriyorlar. Sadece hedefleri para kazandırmak. Ama o çocukları hangi ateşlerin içine, hangi çelişkilerin içine attıklarının farkında değiller. Çocukları şehir içinde bile hayvanlardan uzak tutuyorlar. Oysa evine bir tane kedi alabilen çocuk ne kadar mutlu olur. İnsanın sevgiyi öğrenmesi lazım. Sevgiyi insana hayvandan daha iyi öğreten hiçbir şey yoktur. Sevgiyi bir insana en iyi öğreten iki tane varlık vardır. Birincisi hayvanlar, ikincisi de engelli çocuklar. O engelli çocuklara gösterilen sevgi, şefkat nasıl önemli birşeydir. Bu konuya değinmişken, bütün dünyada şu anda insanları ayırarak, eğtim bitti. Görmeyen veya otizmli olanlar, sadece kendileri gibi olanlar arasında eğitim alırlarsa düşünün ki bütün hayatı onların arasında mı geçecek? Normal insanlarla, normal çocuklarla bir arada olmayı öğrenmeli, hayatı kavrayabilmeliler.
1988 yılında Avrupa’daki 388 büyük üniversitenin rektörleri toplanmış ve demişler ki; “Biz öğrencilere ilim, fen, sanat, teknik öğretiyoruz ama mutluluk öğretemiyoruz.” Onlara mutluluk öğretebilmek için de topluma hizmet, gönüllülük içeren bir ders koymayı kararlaştırmışlar. 1988 yılından itibaren Avrupa’daki üniversitelerde bu dersler koyulmuş. 2006 yılında YÖK bu dersi öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerine önermiş. 2012 eğitim döneminden sonra da bütün üniversitelere önermiş. Ben de bu önerilen doğrultuda Marmara Üniversitesi’nde Topluma Hizmet Uygulamaları dersi veriyorum. Her dönem aşağı yukarı 700 civarında öğrencim oluyor. Ayrıca üniversitede Kariyerde Gönülülük sempozyumu yapıyor ve öğrenci kulüpleriyle de çalışıyorum. Türkiye’nin ünlü gönüllülerini davet ediyorum. Ben sadece kendi şahsi sayfalarımı kullanmıyorum. Gönüllü Platformu diye bütün gönüllülere hitap eden ve 30 bine yakın takipçisi olan bir platformun da yöneticisiyim. Ayrıca YouTube’da Gönüllü TV adında bir kanalın yöneticisiyim. Burada mesleğini gönül gözüyle yapan insanlarla röportaj yapıyorum. Burada yine benim “101 Soruda Gönüllülük” adında bir programım var. Gönüllülükle ilgili 101 soru soruyor ve hepsinin cevabını veriyorum.
Gönüllü olmaya nasıl karar verdiniz?
Gönüllü olmaya açlıktan karar verdim. Ben bütün okul hayatımı çalışarak geçirdim. Üniversite 1. sınıftan 2. sınfa geçerken, Gaziantep’ten bir tanıdığım benim mallarımı İstanbul’da satar mısınız dedi. Ağabeyim de iflas etmişti. Böylece ağabeyim ile ticarete başladık. 13 yıl pazarlamacılık yaptım. İstanbul’da yeni bir markayı, yeni bir malı tanıtmak çok zor iş. 1961’de başladım, 1971’de iflas ettim. O arada üniversiteyi bitirdim ama askere gitmemek için her imkanı denedim, tecil ettim. En sonunda işlerim iyileşti, fabrika yapmak için arsa bile aldım. Ondan sonra askere gittim. İki yıl askerliğin 6 ayı yedek subay okulunda geçti, kalanında ise Amasya’da askerlik yaptım. Ben oradayken işim iflas etti. 1970’te askerden döndüm. Gıda üzerine olan işimi ve kaybettiğim itibarı kurtarabilirim düşüncesiyle çalıştım ama başaramadım. Kurtaramayacağımı anlayınca bari iflas etmeden evleneyim dedim ve o arada evlilik yaptım. 1970’den 1974’e kadar deneyip işimi kurtaramayacağımı anlayınca aldığım arsayı sattım, borçlarımı ödedim ve bir tek ceketim kaldı. Kadıköy’e gelip 8 metrekare bir yazıhane tuttum ve emlak komisyonculuğuna başladım. Fakat çok zor bir işmiş. 4 yıl çok sıkıntı çektim. Oğlum Can’ın teyzesi Şili Etfal’de göz doktoruydu. Onun itibariyle eşim bu hastanede doğum yaptı. Hastaneye verilecek çok küçük bir para lazımdı ve o param bile yoktu. Sonrasında bir arkadaşım kulüp kurduklarını ve benim de katılmayı isteyip istemediğimi sordu. Ben de sevindim, dedim ki bu arkadaşlar zengindir, gider onlara mal satarım. 41 seneden beri üyeyim ama tek bir mal satamadım. Onların da bana satabildiği bir malı yok çünkü onlar da benim gibi ekmeğini arayan insanlardı. Ama gönüllülüğü burada öğrendim.
“Küçücük bir şeyle insanları mutlu edebilirsiniz”
1989-1990 yıllarında bu kulüplerin genel yönetmeniydim. 2003-2004 yıllarında ise en üst görevlisi oldum. Böylece gönüllülüğü orada öğrendim. Kulübe ilk üye olduğumda başka bir arkadaşımız Kaptan Hasan Paşa İlköğretim Okulu’ndaki öğrencilerin okula hala yalın ayak gittiklerini görmüş. Sırtlarında kalın birşeyleri yok ve gömlek giyiyorlarmış. Onlara birer pabuç ve mont alalım dedik. Herkes kendi imkanlarıyla veya çevrelerinden temin ettikleri bağışları teslim etti. Aynı gün tesadüf bu ya ben de oradan geçiyorum. Bir baktım o çocuklar yeni bot giymeye kıyamamışlar koltuklarında. Üstlerine alınan montları giyememişler sarılmışlar. O beni o kadar etkiledi ki. Demek ki bir insan küçücük birşeyle dahi insanları ne kadar mutlu edebiliyor. İşte o manzara beni gönüllülüğe tutkulu yaptı.
Gönüllülükle birlikte hayatınızda neler değişti?
Ben 51 yıl ticaret yapan, Ticaret Ortaokulu’nda, Ticaret Lisesi’nde, İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’nde okuyan bir esnafım. Esnaflıktan başka bir kültürüm yok. Ama gönülülük beni insanla ilgilendirdi. İnsanla ilgilenmeyi öğrenince, ruhunuzun ve ruhsal değerlerinizin ne kadar önemli olduğunu, hayatın ancak ruhsal değerlerin aydınlığında sürdüğü zaman insanı mutlu edebileceğini öğreniyorsunuz. O yüzden ben de az birşey de olsa spiritüel kültür, dünya spiritüellerini sevgi, şefkat üzerine hak, hukuk, adalet üzerine yazılmış kitaplarını okudum.
Gönüllü Hizmet Vakfı’ndan bahseder misiniz?
Kadıköy’de bugüne kadar 10 bine yakın yetişkine gönülülük eğitimi verdim. 39 yıldan beri yetikinlere gönüllülük eğitimi veriyorum. Sonrasında 25 yıl önce Kadıköy Belediye Başkanı ile birlikte bir vakıf kurduk. O vakıf vasıtasıyla Kadıköy’ün bütün mahallelerinde “Gönüllü Evleri” kurduk. Kadıköy’de 3 bin tane gönüllüye bire bir eğitim verdim. O yıllarda Ataşehir, Kadıköy’ün varoş bölgesiydi. Marmara Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Necla Purla ile o varoştaki insanları eğitebilecek 300 kişilik bir ekip kurduk. O 300 kişilik ekibi insanların karşısına bilgili çıkarabilmek için Prof. Necla Purla sayesinde Marmara Üniversitesi’nin öğretmenlerini davet ettik. Hepsine saat ücreti ödedik ve üç ay eğitim verdirdik. Bu nedenle gönüllülükte eğitimin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Şimdi 15. kitabımı yazıyorum ve adı “Çocuk’ta ve Gençte Sevgi ve Gönüllülük”
“Bütün kitaplarım denemelerden oluşuyor”
Ben kitaplarımda her konuyu bir deneme olarak yazıyorum. Bütün kitaplarım çeşitli denemelerdir. Oradaki ilk denememde ise evinizi sevgi okulu yapınız konusunu işliyorum. Çünkü çocuk sevgiyi sadece evde görür ve evde öğrenir. Okulda öğrenemiyorlar. Öğretmenlerin tamamı çocukları yarış atı gibi koşturmak ve kendi itibarlarını, kendi özel ders ücretlerini arttırmaya çalışıyorlar. Hatta geçtiğimiz hafta torunumun doğumgününü kutladık ve okuldan iki arkadaşı İzmit, iki arkadaşı da Beyoz’dan geliyordu. Düşünün her sabah çocuklar İzmit’ten geliyor. Çocuğa karşı bundan daha büyük bir eziyet olabilir mi? Çocuk her gün sabah 1.5 saat yol geliyorsa o çocuktan ne hayır gelir? Ama analar ve babalar çocuğu sosyetik okulda okusun, benim de param var diye hava atabilmek için çocuğu feda ediyorlar. Çocuğun iyi bir okulda okuması şart değil. Ruh sağlığı içinde büyüyebilmesi önemli.
Ben bu eğitimlerde kamunun desteğini kullandım. Bizim açtığımız Gönüllü Merkezleri şu anda 18’e ulaştı. Bunların hepsi belediyenin kiraladığı ve yer gösterdiği alanlarda hizmet veriyor. Hepsi belediye olanaklarıyla temin edilmiş merkezler. Ben hangi tüzüğü yazarsam, başkanlığı çok sınırlarım. Bizim mahalle gönüllülerinde de herkes bir yıl başkanlık yapabilir. Ama dedik ki, ancak çok başarılıysa bir yıl daha tayin edilebilir. Seçim yok buralarda. Herhangi bir kurumu iyi yönetmek istiyorsan, burası için liderler yetiştir. Daha ileri bir şekilde yönetmek istiyorsan orada lider eğitimlerini arttır. Daha da ileriye gitmek istiyorsan liderlerin liderlerini yetiştir. Ben de o gönüllü başkanlarının iyi başkanlık yapabilmeleri için kendilerine sevgi, liderlik, toplantı yönetimi, hitabet dersleri verdim. Ama dediler ki biz bu derslere alıştık devam edelim. 21 yıldan bu yana her pazartesi Kadıköy Belediyesi’nin brifing salonunda dersleri veriyorum. Her hafta 150 kişiye 21 yıldır günü saati ve yeri değişmeden ders veriyorum. Hatta 21 yıldan beri kursuma devam eden iki de öğrencim var. Orada ders verdiklerim arasında yüzde 40 civarı öğretmen, profesör. Benim bu insanlara ders verecek o kadar çok donanımım yok ama çalıışıyorum. Derslere hazırlanırken bir yol haritası yapıyorum. O notlardan da kitap yazıyorum.
Gönüllü Hizmet Vakfı bugüne kadar beş tane okul yaptı. Şu anda altıncısına başladık. 6.sının adı da Kurtköy’de İnal Aydınoğlu Sosyal Bilimler Lisesi olacak.
İstanbul İl Milli Eğitim ile imzalanan “Bin Enstrüman Bin Umut” projesinnden bahsedebilir misiniz?
Şimdi bizim “Bin Enstrüman Bin Umut” adlı bir projemiz var. Gençlerimizin, çocuklarımızın ufku geniş, dünyaya daha geniş açıdan bakan ve hobi sahibi insanlar olarak, yetişmelerini arzu ediyoruz. O yüzden de onlara 300 keman, 700 gitar hediye ettik. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağışladık. Onlar da müzik öğretmenleri aracılığıyla öğrencilere dağıtıyor. Projenin koşulu öğrencileri için müzik aleti alan o müzik aletiyle çocuklarına yine müzik öğretmenlerinin birlikte belirledikleri 12 tane ulusla ve uluslararası şarkıyı öğretecekler. Mayıs ayında bu bin çocuk Haliç Kongre Merkezi’nde toplanacak. Biz de onlara vakfımızın rengi olan bordo renkli tişört hediye edeceğiz. Böylece bin kişilik bir orkestranın kurulmasına öncülük yapıyoruz. Milli Eğitim Müdürü bu işten çok heyecan duydu. Dedim ki bu yıl deneme. Başarılı olursa gelecek yıl 3 bin, sonrasında 5 bin ve sonrasında her yıl 10 bin olarak devam ederiz dedim.
Röportaj: Önder Canözer